"Bir fincan kahve için sıra mı bekleyeceğim arkadaşım” demeyin.Göreceksiniz buna değecek.
Telvesiyle ikram edilen tek kahve türü olan Türk kahvesi tadı, kokusu, köpüğüyle kendine özgü bir geleneğe sahip. Misafirliği, kız isteme ritüelini, yemek sonralarını ve nihayet sigara dumanını tamamlayan Türk kahvesini 1517 yılında tadına hayran kalan Yemen Valisi Özdemir Paşa getirtmiş İstanbul’a. Tahtakale’de açılan ve şehre hızla yayılan kahvehaneler sayesinde de halk Türk kahvesiyle tanışmış.
Bunca eski bir maziye sahip olan Türk kahvesinin hem damağa hem zihne hitap eden lezzetini İstanbul’da en iyi koruyan mekânlardan biriyse Mandabatmaz…
Dünyaca ünlü yeme içme sitesi Food Riot Amerika’nın parlayan yıldızı olarak gördüğü kahve için bir turistik harita hazırladı 2013 yılı sonunda. Ölmeden önce mutlaka gidilmesi gereken yedi kahveci listesine Beyoğlu’ndaki Mandabatmaz ilk sıradan girdi. Beyoğlu’nun kendi halindeki markalarından biri olan ve başka şubesi olmayan Mandabatmaz, 1967 yılında şu anda Turkcell Akademi olarak bilinen binanın giriş katında bir çay ocağı olarak açıldı. Daha sonra bugün hâlâ servise devam ettiği Olivia Geçidi’ne taşındı ve bir zaman sonra da Mandabatmaz adını aldı.
Yer tarifi mi istiyorsunuz? Galatasaray Lisesi’ni geçince, Tünel’e doğru giderken sağ tarafta Eski Barcelo Cafe’nin yeni Greyder ve ADL mağazalarının bulunduğu sokak.
Küçük bir çay ve kahve işletmesi olan Mandabatmaz’ın tabelasında mandanın içine batamadığı bir kahve fincanı var. Ocak, bir kaç sedir ve bir kaç sehpanın bulunduğu iç mekânın yanı sıra sokağa konulan küçük tabure ve sehpalardan oluşan bir çay-kahve evi. Kışın içeride ocağın ısıttığı mekânda yazın sokakta boş tabure bulamazsanız yerlere bile oturabilirsiniz, kimse yadırgamaz.
İşletmenin sahibi üç kardeş Halis, Cemal ve Cemil Beyler; 1967’de Erzincan’dan kalkıp İstanbul’a gelerek zamanın Beyoğlu’nda çay ve kahvehane piyasasına hâkim bulunan Acemlerden (Osmanlı’da İranlılara verilen isim) işi öğrenmişler. Cemal ve Halis ustalar bir zaman sonra kendilerini emekliye ayırıp işi ve işletmeyi 1987’de Cemil Usta’ya bırakmışlar.
Mandabatmaz’da kahve ağır ağır pişiyor. Bir cezveyle tek seferde en fazla iki kahve yapılıyor. Görüntüsü itibariyle çok köpüklü gibi dursa da aslında mandanın bile batmayacağı bir yoğunlukta. Kahveyi kendi belirledikleri incelikte her gün çekip tazeyken kullanıyorlar. Yapımı üzerine bir sürü ritüel çıkartılan Türk kahvesini geleneklere kulak asmaksızın pirinç cezvede, sıcak suyla, harlı yanan gaz ocağında ve çok karıştırarak bir dakika bile sürmeyen bir hızla yapıyorlar. Aroması sanki çikolatalıymış gibi geliyor ama, dediğim gibi aslında ince çekilmiş has ve taze kahveden ibaret içerik.
Özellikle hafta sonları günün her saati neredeyse dolu, yer bulmanız zor olabilir. “Bir fincan kahve için sıra mı bekleyeceğim arkadaşım” demeden önce Mandabatmaz’ın bu bekleyişe değeceğini hatırlamakta fayda var. Müdavimleri arasında ünlü yüzleri görebileceğiniz gibi laubali olmayan samimiyetleriyle Mandabatmaz’ın çalışanları da bu civarda ve müdavimler arasında kendilerince bir üne sahipler. Çalışanlarından kolay kolay vazgeçmeyen Mandabatmaz, bu sayede bir kahve için duraklayıp uzun soluklu muhabbetten dem alabileceğiniz bir mekân.
Yeni ürünler, yazılar ve size özel önerilerimizden haberdar olmak için e-posta listemize kayıt olmak ister misiniz?
Bu yazı hakkında toplam 5 yorum bulunmaktadır. Sizde yorum ekleyebilirsiniz >
Yorumlar