Gastronomi tam bir sanat. Zaten okullarda da sanat dalı olarak değerlendiriliyor. Doğru yiyeceği seçme, onu hazırlama ve sunma, yemek yeme sürecinin keyifli olmasını sağlamak olarak tanımlamak mümkün. Tüm dünyada yükselen bir değer olan gastronominin yanında Türkiye'deki popülerliği yetersiz demek yanlış olmaz. 

Mutfak kültürü böylesi zengin bir ülkenin bunu dünyaya tanıtamamış olması, dünyaca ünlü şeflerinin olmaması, adı sanı dünyada anılabilecek yemeklerinin, tatlılarının konuşulmuyor olması tanıtımdaki büyük eksikliğin bir göstergesi. 

Oysa büyük bir kaynak bizim için bu. Hazır da ilgi bu kadar artmışken, tanıtıma ağırlık vermenin önemi büyük. Dünyaca ünlü bir yemek dergisine ilan veren Türkiye, ilan görselinde Boğaz Köprüsü ve Ortaköy camisini kullanmak yerine, şöyle güzel bir tatlı fotoğrafı koysa, mutfağını tanıtacak iki vurucu cümle yazsa çok daha dikkat çekici olmaz mıydı?

Osmanlı ve Selçuklu mutfağından Anadolu'ya, Akdeniz mutfağından farklı tatlara öyle çok lezzeti var ki Türkiye'nin! Düşünün ki bir künefe ya da baklava! Keşkül ya da şambali! Öyle özel tatları, öyle özel lezzetleri var ki bu toprakların. Her birinin hikayesi ve yörelere ait özellikleri... 

O yüzden Türkiye mutfağının gelişiminin gastronomi eğitimine bağlı olduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz. Ha bir de bu eğitime, tanıtım konusunda ciddi bir strateji eklersek; işte o zaman bu tatların, bu toprakların mutfağının konuşulmasının sırası gelir. 

Elbette bu süreçte herkese bir rol düşüyor. “Aa, gerçekten doğru. Mutlaka böyle yapılmalı” deyip çekilip, fikri derhal unutmaktansa, ilgisi ve bilgisi olanlar “Ben ne yapabilirim?” diyerek sorgulamaya ve araştırmaya başlarsa, gastronominin Türkiye'deki yükselişini hep birlikte adım adım izleyebiliriz. Kaynak var, bilgi birikimi mevcut, yetenekli ve tecrübeli isimler sayabiliriz bu alanda. Evet, şimdi neyi bekliyoruz? Sırası gelmedi mi?